26 Temmuz 2011 Salı

ara ara
dokunuyorum sana
burdan
oraya.

Come away with me..

Come away with me in the night
Come away with me
And I will write you a song

Come away with me on a bus
Come away where they can't tempt us
With their lies

I want to walk with you
On a cloudy day
In fields where the yellow grass grows knee-high
So won't you try to come

Come away with me and we'll kiss
On a mountaintop
Come away with me
And I'll never stop loving you

And I want to wake up with the rain
Falling on a tin roof
While I'm safe there in your arms
So all I ask is for you
To come away with me in the night
Come away with me
Tatilin sonuna geldik.
Bu yaz beni yordu..
Bu yaz beni büyüttü.
Bu yaz beni çocukluğuma da döndürdü..
Uyudum,uyandım.. Koca bir rüyadan çıkamadan kabusun içine daldım
Ellerimi çektim,sımsıkı tuttuğum ellerimi..
Bu yaz çoğunlukla vazgeçtim.
Kaybettikçe kazanarak öğrendim.
Geçen yaz fısıldadığı gibi kulağıma, "kaybettiğinde kazanırsın"
Aynı hissi yaşıyormuşum aslında ben her yaz
Her güneşle doğup hiç batmıyormuşum aslında
Biraz kafa karışıklığı,biraz çaresizlik.
Tüm teşekkürlerim,beni bana döndüren bu dengesiz yaz'a...
 

25 Temmuz 2011 Pazartesi

ILDIR

Issız gibi görünen ama aslında herkesin bir gün yolunun düştüğü..
Kendi halinde,sakin,köylülerin yarınlarını düşünmediği bir yer gibi aslında..
İçinde bambaşka bir yaşantı,bambaşka bir kültür,bambaşka bir geçmiş var..
Farklı bir tat bırakıyor ağzınızda Ildır..
Bir yıl boyunca birleşemediğim dostlarımla bu köyde bir araya gelebildim.Şehirin kalabalığında ve aceleliğinde alamamışız aslında hiç keyif.Bu yerde, deniz kenarında içkilerimizle sarmaş dolaş bir şekilde çıkardık bütün bir yılın yorgunluğunu..
Aynadan kendinizi görün,ve Ildır'ın dokusunu hissedin diye bu fotoğrafı sunuyorum huzurlarınıza
Posted by Picasa

22 Temmuz 2011 Cuma

soren kierkegaard





 





"parmağımı varoluşa batırıyorum - hiçbir şey kokmuyor. neredeyim? dünya denilen bu şey nedir? beni buraya kandıran ve şimdi burada bırakan kimdir? dünyaya nasıl geldim? niçin bana danışılmadı?"
Katil olduk.Sende,bende..
Öldürdük çocukluğumu.
Gülüp geçebilsem flash-back yaşarken gözümün önündeki "sen"liliğe..
HALİL SEZAİ BANA N'APTIN
 Bugün ağlamaktan susamayacağım sanırım..

vazgeçtim

şiirlerimi yakmaktan vazgeçtim
senden sözetmeyi özlüyorum yalnızca
birbirimizi öldürmek için verdiğimiz söz, karşılıklı yemin
kimseye söylemedim
kimseye de söylemeyeceğim!
hep bir bukalemunu
ölümle yer değiştirmek için yaşadım ben...
gün oldu sarıdan tiksindim, ottan ürktüm
zamanı geldi içimde
burnu kanayan bir lise öğrencisi yarattım
ne kadar hırpalarsan hırpala bedenini
bir canı kendinden silkip atamazsın
insanı adaletle
aşkı herhangi bir çocukla değiştirmek için yaşadım.. 
birbirimizi tanıdığımızı kimseye söylemedim
söylemeyeceğim de kimseye!

çocuk bahçelerinde intiharı düşünmek de artık yasaktı
seni seviyordum ve ..
 BEN,BU YAZI SERİN GEÇER SANMIŞTIM
Ben, bu yaz serin geçer sanmıştım. Uzun zamandır konuşmayı unutmak, hiç bir şeyi bilmemek, yalnızca, evet yalnızca gece yarısı edilebilecek bir telefonla uyanıp, eski, çok eski bir arkadaşın sesini duymak istemiştim. Galiba, en büyük hatalarımdan biriydi bu. Ses ne kadarını anlatabilir ki bir insanın: görmeden, dokunamadan, ansızın kapatarak avcunu, bir kelebeği orda hapsetmek gibi bir şey olmalı. Oysa ağrılı yaralarım, ‘janti’ taklalarım, hububata dönüşmüş yanlarım vardı. Oysa ben, bu yaz serin geçer ve sessiz kalmayı tercih ederek, evimde, odamda, fallar açarım, belki biraz müzik dinler, ağlarım diye ummuştum. Hatırdan hiç çıkmayan yüzlerin hiç çıkmayacak fallarını açarım, bir parça tarihe geçerim diye ümit etmiştim. Ama olmadı. Olmadı işte, savruldum. Şaşkın çocuğun elindeki patlak, şapşal balon gibi, muhit itibarını yitirmiş delikanlı gibi, kalakaldım. Artık her şeyi biliyorum. Artık her şeyi bilmekten başka çıkar yolum kalmadı. Bu ne sancılı bir telaş benim için; bedenimden mahrumum. Onlar önemsemesinler, hatta alay etmeleri bile mümkün ve belki böylesi daha yıpratıcı, daha bir mazlum kılıcı. Oysa neleri özlemiştim, ne şahane hisler beslemiştim. Oh, artık çok geç? ! Onlara söylemek için şarkılar, okumak için şiirler, anlatmak için çok kaliteli seks fıkraları ezberlemiştim günlerce; ben, bu yazı serin geçer sanmıştım. Alev alev. Her yer alevler içersinde; ve ben, bu korkunç yangında çatıya kaçacak gücü bile kalmamış bir kötürüm gibi, tekerlekli sandalyemde havanın her zaman olduğundan daha çabuk ve daha fazla kararmasını, damların hesapsız kediler ve matematisyen martılarla dolmasını bekliyorum şimdi. Aşk, beni ünlü yapar sanmıştım! Neleri özlemiştim, ne mükemmel hisler beslemiştim: çıt çıkarmadan çekildiler, hükmen yenildik. Kaybolanları da gördüm. Samimi söylüyorum, hem de çok yakından gördüm. Kendi aralarında konuşuyorlardı. O mesafede gidip gelen bir nefes topluluğu, ağızdan kulaklara musikisi noksan bir söz kümesi taşıyordu. Bu kümeste tek tavuk da bendim! Ah, bir parça ağlarım diye ummuştum. Nafile! Olmadı velhasıl. Artık her şeyi biliyorum. Artık her şeyi bilmekten başka çıkar yolum kalmadı. Bütün bütün boğuldum. Karaya da vuramam / vuramam. Neden benden söz ettiler kısaca. Neden dolaştım bir serseri kurşun gibi oradan oraya. Oradan oraya ve kime götürüyordum parklardan topladığım oksijen oranı yüksek çiçekleri. Kim koklamaya cesaret edecekti, kim onları alıp bir vazoya yerleştirecek kadar kendini tanıyordu, bana inanıyordu, beni seviyordu, mıncıklıyordu, kolluyordu... hiç. Hiç kimse. Bunu da biliyorum. Buna da erdim. Bir kere, en başta sezmiştim yanılacağımı... İlkin, telefon defterimi attım. Sonra fotoğraflar, ah çok hoş, elbette o mükemmel fotoğraflar. Renk renk, çeşit çeşit, insan insan, düşman düşman fotoğraflar. Topluca otururken, içki içerken, hususi sevdaların o “sözü geçmese iyi olacak, mayonez alır mıydın” tipindeki sohbetlerinde çekilmiş, arşivlenmiş, çerçevelenmiş fotoğraflar! Deklanşöre basanın, karşısındaki topluluk içinde olamayışının da hüznünü, burukluğunu taşıyan o canım fotoğraflar! Kestim kendimi. Kestim kendimi, çıkarttım fotoğraflardan.Şimdi o fotoğraflardaki o insanlar bensiz, ben zaten mekansız, yurtsuz, huysuz ve savruk, anne tarafından serseri, baba tarafından alkolik, ölmüş ve yarı diri bir adamım. Olmadı işte. Artık her şeyi biliyorum. Bağırsam çağırsam, “Ne bağrıyon lan bu saatte lavuk, manyak mısın? ! ” diye karşılık verecek bir yabancı bile yok. Artık her şeyi bilmekten başka çıkar yolum kalmadı. Romantizme kızıyorlardı. Evet, onlar da gözyaşlarını bir sır gibi saklamayı erdem sayanlardandılar. Kollarımda kör jilet yaraları, mutfakta üç haftalık bulaşık, ciğerimde dışarı atılması kasten unutulmuş bir miktar esrar dumanı, kulaklarımda fış fış kayıkçının ilk iki mısrası, gidilmesi gereken ülkeler, kalınması gereken oteller var aslında. Godot’yum desem, bekleyenim olmaz! Acayip bunalımdayım. Sevmiyorum bu tür hijyenik cümleler kurmayı. “Artık” kelimesini kullanmaktan nasıl da sıkıldım. “Dert yanmak” fiiliyle başım uzun zamandır dertte! ... Gecenin bu yarısında... Gece Yarısı Edilebilecek Bir Telefon! Evet, aslında ben yalnızca buna değinecektim. Hatta sabaha karşı... Kafanı.iktiysem kusura bakma, özürdilerim, eğer, rahatsız...ediyorsam...eğer...
Sen... Peki sen benim telefon numaramı hatırlıyor musun hala!

Yap-Boz

Uyku
Aşk 
Pişmanlık
Kaygı
Acı.
En fazla da acı..
Sigara
Bi tane daha sigara
Daha çok sigara
Müzik
Can acıtanından..
Hissettiğim çoğu duyguları dile getirememe hali söz konusu üzerimde.Yapışıyor kelimeler sıyrılamıyorum.Cümle haline getirip kıçına tekmeyi basamıyorum.
Sızlıyor ya için bazen,hemen o an gözlerinden karışıveriyor toprağa yaşlar.Sızladıkça bağırasın ağlayasın geliyor ya,gitmek oluyor ya hep dilinde..Bitsin oluyor noktası sessiz bir haykırış halinde.
Nasıl oldu bunların hepsi.
Nasıl kaçtım senden.
Ne koydum ki yerine ben?
Acıtıyor içimi kapatmıyor,damlıyor kanlar.Senin yerine..Akıyor günden güne.
Nasıl bir zehirsin sen
Beni öldürdüğünü kimseye söylemeyeceğim